28 Ocak 2009 Çarşamba

Kardeşin Hasta

hastaneden çıktığımızda vakit ikindi olmuştu. babamla eve dönüyorduk. annem hastanede kardeşimle kalmıştı. Şimdi bütün acısını yüklemlerinin geçmiş zamanına yüklüyorum bu anının babamın elinden tutmuş onun dev adımlarına uydurmaya çalışıyordum küçük ayaklarımı. yürüyorduk. annemgil niye gelmediler, diye sorduğumda babam, aynen yıllar sonra inkılâp tarihi kitabında gördüğüm atatürk’ün kocatepe’deki fotoğrafı kadar düşünceliydi. kalın, eski, yorgun ve emekçi parmakları arasında ucuz filtresiz sigarası ağzına yakın, başı yerde çok uzun bir düşüncenin yolculuğuna çoktan çıkmış ve sesi o çok uzak ve uzun yoldan geldiği belli, kardeşin hasta, dedi Şehir her zaman ki gibi yorgun bir yenilmişlikle yayıldıkça yayılıyordu zamanın bedenine. oysa hikâyeler biriktirmişti o. bütün es geçen unutulmuş yanılmış belki yenilmiş belki yenilmiş hikâyeler... bekliyordu. kendisi için acılarını sağaltacak bir cümle dizicisi bekliyordu. biliyordum. biliyorduk. bir akşam lacivert gökyüzünün bir halı gibi kapladığı başımın üstünü, bir akşam vakti göz göze geldik onunla kardeşim hastaymış. ben de hastalanırdım. o zaman annem bütün tıp tarihini yalancı çıkaracak kadar şifalı, sıcacık tarhana çorbasından yapardı. oysa ilk tarhana çorbasını yıllar sonra içtim ben hasta yatağımdan beni doğrultur bildiği en güzel masalların en güzel cümlelerinin tarihini anlata anlata içirirdi bana çorbayı.dünyanın en güzel çorbasını kardeşimi kıskanmıştım. ben de hastalanmak istedim o an. annem benimle daha çok, kardeşimden daha çok ilgilensin daha çok sevsin... ta ki iki hafta sonra onu, hastanede beyaz, bembeyaz nedense aklımda böyle kalmış tertemiz çarşafların arasında, yüzü de beyazlamış buruşuk bir deri parçası olarak görene kadar.Ölü bir melek yavrusu gibi... atatürk’ün o fotoğrafını ne zaman görsem, babamı hatırlarım. gittiği o uzak düşüncenin yolundan, kalın eski yorgun emekçi parmakları arasında tuttuğu ucuz, filtresiz sigarasıyla elindeki sigarası ağzına yakın hiç geri dönmedi. annem, kardeşimin yatağının baş ucunda, vahşi, çaresiz, güçlü, cesur, acıklı, gözleri dolu ve sadece kardeşimde, kardeşimin ağzından akan salyayı silmek için elinde tuttuğu tülbendi ile o an o saniye o saliseden de kısa anda... tanrıdan daha tanrıydı. annem, babamı, onu işe gönderirken terini silsin diye verdiği tertemiz, bembeyaz, özenle katlanmış mendillerin içinde sevdi. bir meleğin kanadından koparılmış onun için… yüreğimde öyle bir şey göçtü ki... boğazıma kocaman bir lokma tıkandı. bir ömür, içimde varlığını duyacağım o korkunç uçurumu hissettim. gözlerim acıdı. ben babamı hiç öpmedim. hatta o öldüğünde onu yıkamadan önce yüzünü açıp bana gösterdiklerinde bile yüzüne pencereden çok uzaklardan ama güneşten değil başka bir yerlerden bir ışık huzmesi vuruyordu. eğilip öptüm onu. kardeşimi ise bir defa ağzımda sonsuza kadar taşıyacağım hastane tadı. babamın gittiği o uzak yollara düşmek istedim. babamsa hep arka cebinde taşıdı mendillerini ve sigaraya bu yüzden başladım. sigarası ağzına yakın ama hiç bitiremedim. o gittikten sonra ruhuma bir ruh daha eklendi. sonra bir ruh daha... sonra bir ruh daha... dünyada var olan her yakınım ruhlarını bana teslim edip gitti. bu anıda herkes hızla terk etti beni. anılar da terk etmelerle, terke dilmelerle ilgili değil midir ki… hastanenin eski, ıslak, ilaç, kokulu, yalnız, ıssız, loş koridorlarında bazen babamla bazen tek başıma dolaşıp dururken çocuk yanağıma hep bir gülümseme iliştirmek, mutlu olmak istedim. bazen dışarı çıkıp o küçücük şehrin kıyısına iliştirilmiş küçücük hastanenin bahçesinde dolaştırdım çocukluğumu. aklımda hep kumru sesleri ben bir kadın aradım ama. gözlerini düşledim onun. saçlarını düşledim. ellerini düşledim. konuşuşunu düşledim. kalçalarını düşledim. bir de hastanede yatan kardeşini düşledim. yıllar sonra... hep yıllar sonra... Şimdi evliyim. karımın kardeşlerini hiçbiri hastanede yatmamış. bir şiirde tanıştık bir gün adına lanetler okuduğum ve öğretmenliğini yaptığım o yatılı okuldan döndüğüm gün karımın önüme koyduğu o ilk bir tas tarhana çorbası... gözlerim, başında oturduğum masanın karşısındaki pencereden içeri süzülen ışık huzmesine takıldı. oltadan kurtulmak isteyen bir balık gibi kurtulmak istedim o dalgınlıktan sanki güneşten gelmiyordu o ışık. burnumdaki tarhana kokusu... babam cennette ve yolunun sonundaki portakal bahçesinde ağaçlarıyla uğraşırken... karımın izne ayrılıp bizi ziyarete gelmiş kardeşini görmemişim.

0 yorum: