3 Şubat 2009 Salı

Amsterdamda Bir Garip Hikaye - bdsm

Sanırım yazar herkimse.. şöyle börtü böcekten filan bahsetseydi bu nitelikli kalemiyle çok rahat bir nobel ödülü alırdı.. ama bdsm'ye takılmış harcamış kendini güdük

I
tamı tamına 3 ay olmuştu, Paris’ten Amsterdam’a, abimin yanına taşınalı…ve tam 1 ay olmuştu, abimin “sıkıldım Honoré… buralar senin artık” diyip gidişinin üzerinden…evet benimdi artık “buralar”…ha bu arada adım Jacop, abimin bana Honoré demesinin sebebini tam çözememekle beraber Paris’te sanat eğitimi almama bağlıyorum…ama seviyorum o ismi ne hikmetse daha az sıradan bir isim gibi geliyor kulağa…neyse uzatmayacağım…dedim ya benimdi artık “buralar”, peki ya neydi artık benim olan “buralar”…aslen Maltalıyız, ailem babamın “yuppiliği” nedeniyle 70′lerde Amsterdam’a yerleşmiş…burada da abim Silvio ve ben gelmişiz dünyaya…babam ben Paris’teyken ölünce, annem Malta’ya geri döndü…neyse işte şimdi burdayım, ve abimin “buralar” derken kastettiği coffeshop’u işletiyorum…çevredeki diğer coffeshoplara göre ufacık bi dükkan bizimkisi adı Zion…burayı işletmek kolay gelirdi bana Silvio başındayken…zira sadece dumanlanmak için uğrardım…şimdi anlıyorum kazın ayağının asıl şeklini…

hareketsiz aylardaydık, şehirde hemen hemen hiç turist yoktu, bi kaç junkee dışında dükkanıma uğrayan yoktu…böyle oluca abimin dealer’ı Jay Jay’in el altından sağladığı müthiş Jamaica otunun tadını ben yalnız başıma çıkaracağım diye seviniyordum bir yandan da…işler gayet kesat olduğu için de sık sık kapıyı kilitleyip arkadaki atölyemde duman etkili resimler yapıyordum…asıl anlatmak istediğim de burda başlıyor zaten…bir gün ayaklarımı uzatmış babamın eski çubuğuna süper kalite Jamaica mahsulünden doldurmuş üflüyordum, ilk deneyişimdi bunu, hatta J.J “böylesini Grassoppers(amsterdamın en büyük ve popüler coffeshop’u) ‘da bile bulamzsın” demişti…

bir kaç nefesten sonra J.J’ e hak vermeye başlamıştım…eski pikapta abimin Edit Piaf plaklarından biri çalıyordu…kadını hayal etmeye çalışıyordum…çok net bir sesi vardı, acaba nasıldı saçları, siyah olmalıydı, düz ve kısa küt kesilmiş…ancak bir süre sonra - ki ne kadar o süre kestiremiyorum - ne kadar uğraşırsam uğraşayım gözümün önünde, sarışın 30lu yaşlarda, kendinden emin ifadeli bir kadın beliriyordu……ilk seferinde sadece şaşırmıştım, ancak önemsememiştim pek…fakat her seferinde adını hatırlayamadığım o eski fransızca şarkının tam da aynı yerinde karşımda belirip o kelimeleri fısıldıyordu bana…nedense her seferinde farklıydı…yüzü aynıydı saçı da hatta dudağının gülümserkenki sağa kıvrılışı da - ve buna bayılıyordum- ama kıyafetleri değişiyordu hep…ve ayakkabıları…neden dikkatimi çekmişti bilemiyorum her seferinde birbirinde farklı ayakkabılar oluyordu ayağında…sık sık parmaklarını gösteren ucu açık yüksek ökçeli ayakkabılar, bazen de dizine kadar yükselen siyah çizmeler…dikkatim aynı anda hem yüzündeki hafif buğulu ifadede hem de ayaklarında oluyordu…ve ben muhtemelen salak salak bakıyordum dumanlı zihinmin yaratısı bu kadına, gerçekte olsa komik bulurdu muhtemelen beni…
zaman geçiyordu…ve artık öğleden sonra 3-6 arasını bu esrarengiz ziyaretçiye ayırıyordum…Jamaica malının da sonu geliyordu…umrumda değildi bu, Esrarengiz kadının uzun süre kalmasını istiyordum yanımda artık…kafam netleşse de yüzünü ve ayaklarını hatta yanındaki beyaz kediyi bile en ince ayrıntısına kadar hatırlıordum….
II
günler günleri kovalarken, ben rengarenk ama hep aynı rüyalarla gündüzümü geceye karıştırmış bu esrarengiz ziyaretçiyi resmetmeye karar vermiştim..önce boşlukta bir dudak belirdi fırçamın ucundan, muzur bir kıvrımla bitiyordu gülümsemesi…kırmızısı hiç bilmediği bir kırmızıydı o dudağın, hiç duyulamış sesler fısıldamak için kimsenin daha önce görmediği bir dansla aralanırdı…sonra bir yay çizdi fırçam ve bir yüz belirdi ansızın, sonra içine çekildiğimi hissetiğim bir çift göz sıçradı fırçamın ucundan…bakmıyordum bile bunları yapmak için kozmik tuvalime, gözlerim kör ancak tüm benliğim gözlerimdi ve yerleri buluyordu fırçam açığa çıkartıyordu hem de nerdeyse ezbere…zarif bir vücut hafif yana kaykılmış, sanki az önce güzel bir felakete neden olmuş da onu izliyor gibi, bir kaç çizgizi hafif kalkık, resimdeki kadın öyle baktıkça ben utanıyordum, utandıkça daha da belirginleştiriyordum Onu…düzgün bir çift bacak zarif bilekler, bir çift kan kırmızı ayakkabı içinden her biri bana seslenen parmakalar…hiç görmediğim ama her ayrıntısını bildiğim ayaklar…”neden, nasıl oluyor bu, kimsin sen” dedkçe her ayrıntı patlıyordu zihnimde…ne kadar sürdü, birkaç saat mi,bir kaç günmü? bilemiyordum…ta ki bi akşam dizlerimin üzerinde uyanana kadar…tuvalin içinde ayakta dikilmiş bana bakıyordu…güç bela doğruldum…çok güçsüz hissediyordum, üstüm başım boya içindeydi, ağzım kupkuruydu…karnım sırtıma yapışmış bi vaziyette lavaboya yürüdüm…gözümü kapayınca tablodaki kadını götüyordum…

kafamı musluğun altına sokup bir süre toparlanmayı bekledim soğuk suyun etkisiyle…nasıl bir obsesyona dönüşmüştü duman sefam,nasıl bir oyun oynuyordu çarpık zihnime,neden öyle bir kadın yaratmıştı otun etkisiyle çarpılan zihnim ve neden etkileniyordum o kadından…sorulara cevap bulamama yaramasa da kendime biraz da olsa gelememi sağlamıştı soğuk su…aynadaki yansımam yemeden içmeden geçen o ayin vari zamanda ne hale geldiğimi hiç kıvırmadan direk çarpı vermişti suratıma…tam anlamıyla bitik görünüyordum…bişeyler yemem şarttı…ve de su…dudaklarım kurumuştu…içim kavruluordu…musluğu yeniden açıp ağzımı dayadım kana kana içiyordum…gözlerimi gayri ihtiyari kapamıştım; ‘elinde kilden bir testi vardı sanki 1000yıl öncesine ait, tek ayağını dayamıştı dudağıma ve dizinden aşağı döküyordu suyu,teninin yanık şekerimsi aromasıyla karışan buz gibi su ferahlatıyordu benliğimi…’ aniden irkilerek açtım gözlerimi, zihnim artık ayıkken oyunlar oynuyordu bana…görüntünün şokunyla bir miktar su genzime kaçmıştı…öksürüyordum deli gibi iki büklüm…
III
“TAK! TAK! TAK!” biri kapıyı vuruyordu…gözlerimi araladım buz gibi fayansta boylu boyuna uzanmıştım, yorgunluğa daha fazla dayanamamıştı bedenim…”TAK! TAK! TAK!” biri kapıyı vuruyordu…hala…sürünerek banyo eşiğinden aşırdım bedenimi…içeri vuran ışık gözümü alıyordu kapıdaki her kimse seçemiyordum…sağa sola tutuna tutuna kalktım dizlerim taşımamakta ayak diriyordu sahiplerini…bu küçük ama haklı ihanete kulak asmadım…yalpalayarak kapıya doğru ilerledim, doğrusu eskivlerim başarısızdı bi kaç sandalyeyi devirdim…”TAK!TAK!TAK!” kapıya vuruyordu biri ve ben biliyordum…
camın arkasında kise yoktu…ama yemin edebilirdim birinin az önce (ve belki baygınken de ) kapıyı vurduğunu…zihnim gene mi oyun oynuyordu…emin olmak için açtım kapıyı…kimse yoktu…sonra bileklerime yumuşak bir sürtünme hissettim…bir kedi…beyaz bir kedi…olayları bir birine bağlamakta zorlanıyordum..eğildim hemen atlayı verdi kucağıma…benbeyaz güzel uzun tüylü bir kediydi…tasması da vardı…sahipliydi…heralde yemek yada biraz hovardalık için dışarı çıktı ve öncesinde demlenmek için buraya uğradı…kötü bi espiri yeteneğim olduğunu miyawlamadan hatırlattı bana kedi…”oooh onu bulmuşsunuz!!!” sesin içinde sewinç ve tanıdıklık yüreğimi yerinde sıçratmıştı…o an hissettiklerimi anlatacak kelimem yok benim…hangi söz grubunu kullansam sıradanlaşıyor dile geldiğinde…
IV
kulaklarımdaki yanma, göğsümdeki tam-tamlarla bir olup başımı dönürüp beni içeri doğru ittiler adeta…sarı saçlarının ardından halime biraz acıyan biraz da merak eden gözlerle bana bakarak içeri girdi o da…kedisi kucağımdaydı hala…”iyimisin? oturmak ister misin, doğrusu buna ihtiyacın var giibi görünüyor” dedi…sesi güzeldi…bu kelime yeterliydi…sesi güzeldi…gözünün önüne düşen saçı da güzeldi ‘tıpkı yaptığım tablodaki gibi’, dudakalrı belirgin di sağ tarafa doğru güzel bir yaya çiziyordu gülümserken ‘tablodaki gibi’…ona kucağımdaki kediyi beceriksizce verdim ve bir iskemle çekip oturdum…kediyi kokladı yüzündeki gülümseme yayıldı…”sağol Rita iyiki sana rastlamış…yoksa napardı sokakta.sonra görüşürüz o halde.” dedi…sanırım bu felce uğramış halime anlam verememiş ve biraz da sıkılmıştı…arkasını döndü…bişey yapmalıydım…yüksek ökçeli terliklerinin zemindeki titreşimlerinin de yardımıyla zar zor seslenebildim arkasından “sizi görüyorum!”…doğrusu mükemmel derecede manalı bir giriş cümlesi olmuştu tam hay salak diye kendimi paylıyordum ki döndü “pardon?nasıl yani?” dedi…”bilmiyorum” dedim -bilmiyordum- “nasıl açıklayabileceğimi,ama sizi her ayrıntınıza kadar gördüm tanıdım” dudakları her zamanki hafif alaycılığıyla karışık bir şaşkınlıkla aralandı bana doğru yürümeye başladı - diz kapakları çok güzeldi-…”bir sandalye çekti karşıma oturdu “anlayamadım” dedi, “nasıl görüyorsunuz beni ve tanıyorsunuz” dedi…terliğini biraz da sabırsızca sallıyordu ayağında, tırnakları gene kırmızıydı…”açıklayabilir miyim bilmiyorum, yani denerim ama sözle ne kadar becerebilirim emin değilim…ama arkada size göstermek isteyeceğim ve görmeniz gereken bir şey var” dedim daha cümlem bitmeden gene salakça bir cümle kurduğumu farketmiştim hemen ekledim ” yalnış anlamayın ben ressamım yani burayı işletiyorum ama aslında ressamım adım Jacob” iskemleden kalkıp elimi uzatmaya çabalarken bitkinliğimin etkisiyle dizlerimin üzerine ve onun ayaklarının dibine düşütüm…telaşlandı doğrulmaya çabalamadım…ona bu şekilde yakın olmak hoşuma gitmişti dumanlı hülyalarımdaki gibi…beni kaldırmaya yeltendi ama “biraz böyle oturayım ve lütfen şu arkadaki odaya gidip bakın” dedim “merak etmeyin kıpırdayabileceğimi zannetmiyorum” diyerek gülümsedim…halimi hem komik buluyor hem de bu tuhaf tesadüften hoşlanıyordu…ışıldıyordu anlamlı gözleri ” peki kıpırdama yerinden”dedi “ama bunu sana güvenmediğim için değil kendini daha fazla yormaman için istiyorum” dedi ve o meşhur gülüşüne bir de göz kırpması ekledi…yanımdan geçerken kokusunu yakalamak amacıyla derin bir nefes çektim…hafif bir vanilya ve çikolata kokusu doldu ciğerlerime…vakur yürüyordu…merakla,telaşla,korkuyla yürüse bile vakurdu…arkasından izledim onu…mermerden oyulmuştu sanki…pembe beyaz bir teni vardı…her hattı güzel kavislerden oluşuyordu…omuzu, beli, dirseği, kalçaları, baldırları, topukları…keyifliydi onu izlemek…tüm şaşkınlığımı bir yana atmıştım, deliriyor bile olsam umrumda değildi…acaba deliriyormuydum…hala bir uyuşturucu tribinde miydim?kapıdan içeri girdi…ben başımı öne eğdim…ne olacaktı merak ediyordum…
V
oracacıkta oturmuş olmakta olanları düşünüyordum, paristeki günlerimde de kimi zaman gerçeklikle kurguyu karıştırırdım, okuldayken iyi oluyordu bu durum, yaptığım çalışmaların içi bomboş da olsa sınırlarda dolaşan bir adam imajı normalde 5 para etmeyen işlerimi ‘şeklim’ dolayısıyla hep ilgi çekici yapmıştı…ama şimdi olan neydi, şu geçen 1 ay…ayık gezmeyen bir ressam olsam işin felsefesine uyacağından gene dert etmeyecektim, ama bir işletmeciydim de ne boktan bir hal almıştı durum…benden de tam bekleneceği gibi, dükkanın kasası tam takırdı…beceremiyordum bu işi…ama dert ettiğim bu da değildi…rahatsız olduğum ama bir yandan da olmaması için hiç bir şey yapmadığım şey gerçekten kurguyla gerçeği karıştırıyor olabileceğimdi…yani şimdi burda onun içerden gelmesini bekliyordum, ama hiç de emin değildim onun gerçekten var olduğuna…bu düşünce sanırım çimdikledi kaba etimi ve ayağa doğrulamadan emekleyerek arkaya yöneldim,gözlerim onun gerçekliğini kanıtlayacak izler arıyordu yerde…kapıya vardım, başımı içeri uzattım kedisini yere bırakmıştı…kuyruğu bileklerini okşuyordu…ellerini kavuşturmuş kendini seyrediyordu -gerçekten de tablodaki kadın kendisiydi-…kedi ayaklarına sürtünüyordu…ilkkez yaptığım tabloya ayık gözlerle bakıyordum tablonun merkezinde düşlerimin de merkezini oluşturan kadın tüm zarifliği ve ihtişamıyla duruyordu,muhtemelen ihtişam benim algıladığım bir şeydi o resimden zira kadın gerçekten zarifti…ama ihtişamlıydı da işte…yüzü rönesans madonnaları kadar güzeldi ama asla sizi suçlu ve kötü hissettiren o masumlukta bakmıyordu gözleri, aksine günahkarlığımı anlıyor ve onaylıyordu dudağındaki kıvrık gülümsemeyle ve dahasını da bekliyordu kalkık kaşı…çalışırkenki kafa dumanım tabloda da vardı, kadın dumanların içinde asılı duruyordu, ayak parmakları hafifçe aralıktı duman o aralıklardan geçiyordu…kedi odadaki gerçek kadının bacakalarını okşuyordu, duman da tablodaki kadının tüm bedenini….gözlerim daha tablonun aşağılarını izlemeye koyulmuştu, bir kaç ufak erkek bedeni cansız yatıyordu yerde, kadının gözlerindeki günah davetinin sonucuna katlanmışlardı, bir kaçı da sonlarını secde etmiş bekliyorlardı, biri vardı ki muhtemelen bendim o, diğerlerinden daha bir cesaretle başını kaldırmış kadına bakıyordu…ve kadın ‘dahası’ diye fısıldıyordu…
kedi miyavladı usulca, kadın eğildi kucakladı onu…sessizdi.. şaşkınlıktan mı, cüretimden duyduğu rahatsızlıktan mı emin değildim…yüzünü görmeden anlayamzdım ki…sonra döndü kapıda diz çökmüş halde beni gördü…gülümsüyor olması içimi rahatlatmıştı…tek kelime etmedi…kapıya yanaşıp üzerimden atladı…tezgahın arkasına masaların yanına geçti, bir iskemleye oturdu kediyi yeniden yere bıraktı…bıraktığı yerde kaldı o da bir açıklama bekliyordu heralde…ben gene iki büklüm onlara doğru yanaştım…açıkcası görüntü gerçekten komik olmalıydı, dükkanın içinde bir oraya bir buraya 4 ayak üzerinde dolanıp duruyordum…hala güçsüzdüm…güç bela doğrulup tam karşısında bir iskemleye yığdım bedenimi…bir sigara yaktı…kadın hakkında hiç bir bilgim yoktu, ama hani vardırya kimi insanlar, ufacık bir yer fıstığını bile keyşfle sanki bir ziyafet çekermiş gibi yerler,bu kadın öyle biriydi işte…öyle bir çektiki sigarasının ilk nefesini sigaraya acıdım ama o kadının ciğerleri olmayı istedim o an…ben tüm bu saçma düşüncelerle boğuşurken “adım Heliné” deyiverdi…”hiç bir anlam veremsem de, tablonu çok beğendim, gerçekten benim ordaki, yüzümüzün benzerliğinden ötede ama bu söylediğim…anlayabiliyor musun?” anlıyordum tabi beni de delimiyim ben diye kıvrandıran bu durumdu…”sizce delimiyim ben” dedim…”muhtemelen” dedi gülümseyerek, hem içtendi konuşurken hem de önemsizdim onun için…ne bekliyordum ki, böyle boktan bi tablo yüzünden boynuma sarılmasını mı? “şaka yapıyorum, açıkcası etkilendim, sorgulamaktan da vaz geçtim nasıl yaptınız neden diye” dedi…”ama hoşuma gitti, ben yazgıya inanırım…evim bu cadde üzerinde ve muhtemelen de gördünüz beni buralarda, ve burda sattığınız şeylerden de kullandığınızı düşünürsek…”dedi gülüyordu gene bunları söylerken…”belki” dedim…”peki şu size bir şey ifade ediyor mu : ’seni utandırmayı seviyorum’ ” diye sordum…iskemlesinde oturuyordu bacak bacak üzerine attı…”bunu gördüğüm düşlerde kulağıma fısıldıyordunuz” dedim…kalktı, heralde gidecekti…kapıya ilerledi,kedi oturuyordu hala…kapının sürgüsünü çekti…jaluzileri indirdi…tekrar bana doğru yürüdü…kulağıma eğildi “kaç yaşındasın jacop”dedi…”yir..yirmi sek..iz” diyebildim zar zor…ateş basmıştı kulaklarımı…”evet gerçekten de güzel utanıyorsun” dedi….
VI
bir sorgu memuru gibi dolanıyordu etrafımda,ağır ağır…bir oyun başlamıştı sanki…içimden bu ne kötü bir zamanlama diye geçiriyordum…berbat görünüyordum, bitkindim, olan biten üzerinde hiç bir hakimiyetim yoktu.hakimiyet için çabaladıkça daha da zayıf düşüyordum…ve o sanırım zihnimi okuyordu…yada gene zihnim zırvalıyordu…”nasıl ve neden çizdin o tabloyu, ne neden oldu bunu yapmana merak ediyorum” diye fısıldadı kulağıma birden…nefesi ense kökümü kulağımı ve sol yanağımı baştan çıkarmaya yetmişti…kedi de benle beraber aynı hipnotizma etkisinde onu izliyordu…ben susyordum o miyawlamıyordu…
“bir duş almalısın…” diye seslendi, ayak seslerinden uzaklaştığı anlaşılıyordu…ne kadar rahattı…iskemlemde doğrulmayı başardım birkaç denememden sonra…eski model küvete su dolduruyordu…yüzümdeki şaşkınlıktan keyif aldığı aşikardı artık…”gir biraz dinlen su iyi gelir…ben de buraya bir iskemle çeker oturur hikayeni dinlerim senden” dedi…bin yıldır tanışıyorduk ve ben onun bir dediğini iki etmezmişim gibi “peki” diyebildim…dışarı çıktı,ben gömleğimden kurtulmaya çalışırken…su çok sıcaktı ama eklemlerimin varlığını hatırlattı bana..dayanmaya çalışarak girdim içine…O da kapıdaki yerini almıştı…bacak bacak üstüne atmış bana bakıyordu…gözlerine bakamıyordum çok sık ve uzunca…su o kadar iyi geldi ki bu teklifi yaptığı için kendimi teşekkür borçlu hissediyordum ona karşı…”adınızı…ha.hala öğrenemedim” dedim…gülümsedi ” aslına bakarsan adım da vahiy edilmiştir sana diye düşünüyordum…adım Heliné…bilmen gerekenler tablodakinden fazlası değil adım dışında…”dedi ve “doğrusu çok etkilendim o resimden…kendimi resmetmeye kalksam bundan çok farklı olmazdı”diye devam etti…sivri burunlu yüksek ökçeli terliğini tutan baş parmağına takılıyordu gözüm…ordan ayak çukurundaki toz pembesi kavise,ordan ayak bileğine,half-halında biraz dolandıktan sonra güçlü bileklerine..daha yukarı çıkmadan yakalıyordum bakışlarımı…farkında mıydı?muhtemelen …gerçi karşısında küvette çırılçıplaktım…daha kötü ne olabilirdi ki…
“rasta bir tip vardır buralara takılır..arkadaşım adı Jay Jay ve bu kafenin bazı ihtiyaçlarını karşılar…bir gün jamaika mahsulü olduğunu söylediği bir kaç torba ot aldım ondan burda satmak için…ancak pek kalabalık değil burası gördüğünüz gibi… ve neredeyse hepsini ben içtim …ilk denememde gördüm sizi…edit paif çalıyordu, onu hayal etmeye çabalıyordum sanırım…çok net hatırlıyorum…onu görmeye çabaladıkça siz iyice belirdiniz karşımda…”dedim ve durakladım…ilk kez böylesine uzun bir cümle kurmuştum ona ve sanırım soluklanma vaktimdi…”eee devam et” dedi…mola istemiyordu anlaşılan…”sonraları ziyaretleriniz daha sık ve uzun olmaya başladı, sırf sizi görmek için dükkanı kapalı tutup içip durdum…her seferinde geldiniz…ve seni utandırmayı seviyorum dediniz…her defasında” ve işte gene utanmıştım…ayak değiştirdi bir sigara yaktı…”evet” dedi “tenin kızarmıyor ama sesin azalıyor ve bakışlarını nereye koyacağını şaşırıyorsun utanınca”dedi ufak bir kahkaha eşliğinde…sandalyesini içeri çekti biraz daha küvete yanaşmıştı…sudan daha sıcak olmuştu bedenim…tek ayağını küvetin kenarına koydu…bakamıyordum…sudaki baloncuklarla ilgileniyordum..ve eminim çok komik görünüyordum o an…”resimde yerde cansız yatan bedenlerin yanında hayatta kalmış ve ‘bana’ uzanan figür sensin değil mi?”…….sessizlik…kalp atışlarım….damlayan musluk…dudağındaki kıvrık gülümseme…ayak parmakları…o soru….sessizlik…”evet benim o”…kıyamet kopmamıştı…aksine rahatlamıştım…”neden öyle çizdin kendini?neden kendini de yanımda dikilmiş elini belime dolamış çizmedin de öyle minacık çizdin?” tenimdeki ısı suyu fokurdatacak mı acaba diye merak ediyordum….köşeye sıkışmıştım…sorusunun cevabını ben de bilmiyordum…efsunlanmış gibiydim o resimi çizdiren şey her ne ise onun tarafından…gerçi karşımdaydı o resmi çizmeme sebep olan ‘her ne ise’…ve hin hin bakıyordu bana…küvetin kenarına dayadığı ayağı zaten pek de sağlıklı düşünemeyen aklımı karıştırıyordu…fetişist değildim aslında…bu kadını görene kadar değildim…aslında sadece ayakları değildi beni etkileyip salağa çeviren…rahatlığı, gülümsemesi, sigaraya davranışı, oturuşu, sesi…ama başlangıç noktası nedense ayaklarıydı…kendimi onlara doğru atılıp dokunmamak için zzor tutuyordum…ben tutmuyordum aslında o tutuyordu…”seni dinliyorum hadisene” dedi gülümseyerek “takılma ayakalrıma rahat duramazlar pek”…oyun oynadığı barizdi…-toparlan be oğlum, en azından katıl oyununa sende- “bilmiyorum…emin değilim ama hülyalarımda sizi gördüğümden beri böyle hissediyorum…tüm kontrolümü elinize geçirmişsiniz gibi” doğrusu alkışlamam gerekirdi kendimi, ne yüzümdeki yanma hissine ne de göğsümde çalan davullara kulak asmadan dalmıştım Onun oyununa…”ve bundan da şikayetçi değilim…yani değildim…o sırada resmi çizerken..”diye düzelttim hemen iplerimi hemen vermeyi reddeder gibi ve sanki ipler onda değilmiş gibi…ben konuşup konuşmalarımı kafamda kendi kendime yorumlarken o birden ayağımı suya soktu, öyle bir irkildim ki küvetin içinde kayıp sulara gömüldüm…
VII
gülümsemesi kaybolmuştu, parmakları dizimin bir karış üzerindeydi hemen, gülümsemiyordu ama gözlerindeki ışıltı, bu oynadığı oyun her neyse, ondan çok hoşlandığını söylüyordu…elim istemsizce uzandı ve deydi ayak tabanına…ve çekmedim elimi,çekemiyordum ki…ne muntazam diziliydi parmakları…ben dokundukça oynatıyordu onları…tam avucuma almıştım ki çekiverdi ayaklarını sudan…abuk subuk bir yutkunma düğüm oldu gırtlağımda…utançla açlık birbirine girmişti…kaynar sular dökülüyordu kafamdan aşağı ama ben arzıca bundan keyif alıyordum,saçlarımı savura savura…dudaklarım aralık ona bakıyordum o ise sigarasıyla ilgileniyordu gene ben orda yokmuşum gibi…”sudan çık” dedi bir anda…işte gene o hipnoz etkisi…apar topar çıktım sudan…peşisıra takip ediyordum onu başka bir seçeneğim yokmuşcasına…tablonun olduğu odaya girdi, ve tam önünde dikildi…yaklaştım ürkek ürkek…kafamı ellerinin arasına aldı, yüzünü yüzüme yaklaştırdı “kalbinin avuçlarımda atması çok hoş…ama biraz da ayaklarımda atsın” dedi ve beni aşağı bastırdı…diz çökmüştüm önünde…tablodakinin aynısı olmuştu görüntümüz…ne yapacaktım nasıl yapacaktım emin değildim…yüzümü yaklaştırdım gayri ihtiyari ayaklarına…çıplak bıraktığı ayağını yüzüme bastırdı yavaşça, tam yanağıma…yüzüm alev alevdi,o bastırdıkça nabzımı hissedebiliyordum tabanında…nabzım belirginleştikçe o bastırıyordu…ayağını kulanarak başımı çevirdi,şimdi burnum ve dudaklarım tabanındaydı ve teninin aroması başımı döndürüyordu, bu dükkandaki hiç bir uyuşturucu bu hale getiremezdi insanı…kokusu sinirlerimi uyardıkça iştahlanıyordum..dudaklarımı araladım hafiften tadı daha da arttırdı sarhoşluk etkisini…o yüzümle oynadıkça ben kayboldum, ben kayboldukça o tabanlarıyla yeniden yarattı beni, ben her yeniden varoluşumda biraz daha cesaretlendim, cesaretlendikçe yeni bir mana kazandım tabanlarının altında, kelimelendiremiyordum ne ozaman ne de şimdi, ama anlıyordum, kader, yazgı, tesadüf, karma adı her ne haltsa…apaçık bulmuştu beni bir şekilde işte!..bu yazgının tohumları Jamaica’da bir tarlada atılmıştı, zenci bir çiftçi yetiştirmişti onu, tek motorlu ufak bir uçağı olan biri Amerikalıya satmıştı yazgımı, o da ülkesine getirmişti, ordan Bronx’a, California’ya Vegas’a gitmişti, bir ro-ronun içindeki arabalardan birine zulalamıştı bir Türk ve Avrupa’ya gelmişti yazgım o zulada, sonra yazgım abime bu dükkanı bana teslim ettirdi, sonra J.J kuzeninden bir telefon aldı ve yazgımı getirdi bana J.J ve işte şimdi o yazgının sonucunun yada yazgının ta kendisinin ayaklarının altında anlıyordum tüm anlamımı…iliklerime kadar mutluydum, ufalmak hiç bu kadar keyifli olmamıştı…
kemerini çıkardı zincir deri karışımı değişik bir kemerdi…saçımdan tutup kaldırdı başımı…kemeri boynuma geçirdi…sıktı…inledim huzurla…ışıldadı gözleri, ben yutkunurken, gülümsedi gene kıvırarak dudağını…ve “hoş geldin yeni hayatına oyuncağım” dedi…

0 yorum: